Kayıtlar

h(üzün)tü

hüzün’lere gizli bir hayranlık beslemem üzerine acı ve ağrı arasındaki bağla aynıdır üzüntü ve hüzün arasındaki. üzüntü parlayıp söner, hissettirir varlığını, bir etkisi, görünürlüğü vardır. sahibinin bir yerindedir ve orada olduğu için önemlidir bir anlamda. umursanan bir yapısı vardır, zihni ele geçiren. çözülmesi, çözümlenmesi, çözümü muhakkak aranması ve bulunması gereken bir hastalık yahut hastalıklı bir düşünce gibidir. hüzünse mütemadiyen her yerdedir. koldan gövdeye kök salar gibi derinden hükmünü ilan eder. sözsüz ve sessiz bir hükümdür bu. görünmez, konumlanamaz bir hâli vardır hüznün. biçimlendirilmesi emek ister. biçim verildiğinde kendini dönüştürecek, yeni formlara sokacak, varlığını her zaman farklı bir zihin yapısıyla besleyerek var olacaktır. hüzün bir evlat gibi bağrına sokulandır. bir parçan gibi içinden, özündendir. kalbi yormaz, onun sahibidir artık. üzüntüyse yıpratır bedeni. fiziksel bir yıpranış gibi acılıdır. yaralar açar, kabuk bağlar, kanar ve kurur. hüzün bi...

MAİ VE SİYAH

Resim
  “Bir baran-ı elmas altında inkişaf ederek şimdi bir baran-ı dürr-i siyahın altında gömülen o emel çiçekleri!”   (pluie de diamants)   Bir hayata dair her şey elmas yağmuru gibi başlar, siyah inci yağmuru altında silinip gider. Düş ve gerçeğin hınçla dolu mücadelesinde galip her zaman gerçek olur. Şairimiz kaderine boyun eğer, hayatında ulaşma ihtimali olan umutlandırıcı ne varsa elinin tersiyle iter. İşte edebiyatımızın başyapıtlarından biri böyle keder dolu bir dünyanın üzerine kurulmuştur. Ahmet Cemil,eserini okuyor Mai ve Siyah, Servetifünun Dönemi’nin kağıda dökülmüş halidir âdeta. Kitabın neredeyse her köşesinde hissedilen buhranın, kahramanımız Ahmet Cemil’in başına gelen türlü musibetlerin, konunun ağırlığına yakışır ağdalı bir dille okuyucuya sunulması; sürükleyici ve akıcı olmaktan çok uzak fakat okunan her sayfasıyla birlikte okuyucusunu dünyasına daha sıkı çeken bu kitabı döneminin demirbaşlarından biri haline getirmiştir. Halit Ziya eserlerini to...

İZAFİYET

Resim
Küçük Tiyatro'yla Tanışma Albert Einstein’ın evine tek perdelik bir oyunla misafir oluyoruz. Profesör, seyircilerini oyunun isminden beklenmedik bir sıcaklıkla kucaklıyor, karmaşık formülleri ve buluşlarını bu oyunda özel hayatının olabildiğince gerisinde tutuyor. Ankara Devlet Tiyatrosu, Küçük Tiyatro sahnesinde izlediğim bir oyun “İzafiyet”. Ağır bir metinden ve sanatsal ögelerden uzak, yorucu olmayan fakat düşündüren keyifli bir oyun. Seyircinin sorgulamasını istediği şey ise açık: Bilim insanları ve sanatçılar gibi, topluma bir noktada dokunmuş kimselerin profesyonel kişilikleri, karakterlerinden bağımsız mı değerlendirilmelidir? Oyun genç bir kadının gazeteci olduğunu söyleyerek Einstein’dan röportaj istemesiyle başlar. İkili, Einstein’ın çalışma odasında geçen konuşmalarına röportaj minvalinde başlayıp sohbet havasında devam eder. Gazeteci kadının sorduğu soruların gittikçe spesifik konular çevresinde yoğunlaşması ise ikili arasındaki ilişkiyle ilgili bir gizemi beraber...

KORKUYU BEKLERKEN

  en önemlisi de şuydu: varlığımı sürdürecektim Köpeklerle onlardan habersiz çatışan, fikir ayrılıkları yaşayan, kendi fikirlerinin de ayrılıklarını yaşayan, bir zaman sonra sadece yaşayan, ismini bile bilmediğimiz yalnız bir adam. Onu korkuyu beklerken tanıdık. Paranoyanın sözcüklere dökülmesinin etkileyici örneklerinden biri: Korkuyu Beklerken. Oğuz Atay’ın, havasını her satırında hissettirdiği, okuyucuyu içinde bir yerlerde bir şeyler duyması için âdeta kalemiyle dürtüklediği sarsıcı bir hikaye. Hikayemizin başkahramanı, anlaşılmaz bir dille kaleme alınmış yabancı bir mektubun eline ulaşmasıyla, bildiği ve bilmediği her şeyden şüphe etmeye başlar. Daha önce hiç duymadığı bir gizli mezhebin sessiz tehditi, çok saçma oluşunun yanında varlığıyla kahramanımızın hayatının merkezine yerleşir. Bir yandan hayatının hiçbir tarafına tamamen aidiyet besleyemeyen ve günlük hayatının tekdüzeliğiyle boğuşan kahramanımız diğer yandan hiçbir kelimesini anlamadığı üç cümlenin esiri olmuştu...

İÇ ÇÖZÜMLEME

  Aylar önce beynimin etini kemirip içerimde hüküm süren bütün endişeler şimdi gözlerimden çok uzak noktalarda gölgeleşiyor. Çünkü bana endişelerimin ürünü olarak sunulan hiçbir kapıdan geçmedim.    Hayat kendini tekrar eden bir plak gibi yerleşiyor zihnimizde. Her sabah, her akşam, her yağmurun yağışı aynı geliyor yaşanırken. Ama tüm bu sıradanlıkların ardında sürekli yenilenen bir kendimiz beliriyoruz. Bu yenilenme, devinim öyle sessiz ki aynı olan her sabahın ve akşamın ardına gizlenerek onu engellememizden koruyor kendini sanki. Biz insanlar konfor alanlarımızın bağımlılarıyız. Duvarlarımızın griliği hoşumuza gidiyor. Zamanı gelince o duvarların tek bir çıkışı olsun diye umuyor, yapma ihtimalimizin doğacağı seçimlerden uzaklaştırıyoruz kendimizi. O zaman geliyor, önümüze her biri farklı bir dünyanın ürünü olan onlarca kapı açılıyor. Hep görüş alanımızdaki iki-üç kapıyı süzerken biz; elimizdeki anahtar tam arkamızda, bir kere hayalini bile kurmadığımız o kapıyı açıyor ...

TATAR ÇÖLÜ

Gerçekleşmeyen beklentiler hareketleri mekanikleştirir Drogo, kendisinden önce kalede görevlendirilmiş bütün diğer askerler gibi evinden ve şehirden çok uzakta, ıssız bir çölün kıyısında sınır bekçiliği yapan bir kalede yüzbaşı olarak görevlendirilir. Kaleye ev sahipliği yapan sıra sıra dağlar ve göz alabildiğine uzanan tatar çölü dışında hiçbir şey barındırmayan bu sınır çizgisi, çoğu asker tarafından geçici bir süre kalınıp başka yerlerde görevlendirilmek için katlanılması gereken bir basamaktır. Başkahramanımız Drogo için de her şey bu kadar basit görünürken zaman ilerledikçe işin rengi değişmeye başlar. Kitapta, sınırda çıkması beklenen savaş; Drogo’yu yıllar boyu sürecek bir düşman hasretine sürükleyecek, gerçek hayatla ve şehre dönüşle ilgili kurduğu bütün planları altüst edecektir. Çöldeki en ufak hareketlilik dahi Tatarlara yorulup masum askerlerin canına bile mal olacak bir felaketi yaşatacaktır. Kahramanımız bir yanıyla savaşın hiç gelmeyeceğini kabullenirken bir yanıyla her ...

AZİZ BEY HADİSESİ

 Trajedi dalgalarının yegâne kazazedesi: bir “Aziz Bey Hadisesi” Ayfer Tunç’un kaleminden çıkmış; okuyucuyu kurgu dünyasında bir hayli sarıp sarmalayan, karakteri Aziz Bey’in hayatını tüm girdisi çıktısıyla apaçık gözler önüne seren vurucu bir roman “Aziz Bey Hadisesi”. Bu seksen sekiz sayfalık ömür hepimizin ömrü bir nevi. Hepimizin acıları, içinde çırpındığımız zorlukları ve bizi sadece okurken bile büyük tesir altında bırakan bazı talihsiz olaylar dizisi. Aziz Bey, öykümüzün başkahramanı, okuyucuya öncelikli olarak ailevi sorunlarıyla tanıtılan bir gençtir. Öykü gelecekte yaşanacak ve kitabın dramatik sonunu oluşturacak bir olayla -Aziz Bey’in hayatına inecek olan o son darbe-  başlar. Okur, yazarın geçmişe dönüş tekniğiyle zenginleştirdiği hikayenin trajik sonuna adım adım yaklaşırken uzun soluklu bir maceranın seyircisi olur. Ayfer Tunç bu öyküsünde diğer romanlarından farklı olarak daha anlaşılır ve yalın bir dil kullanır. Aziz Bey’in hayat hikayesinde post-modernist (ki...