TATAR ÇÖLÜ
Gerçekleşmeyen beklentiler hareketleri mekanikleştirir
Drogo, kendisinden önce kalede görevlendirilmiş bütün diğer askerler gibi evinden ve şehirden çok uzakta, ıssız bir çölün kıyısında sınır bekçiliği yapan bir kalede yüzbaşı olarak görevlendirilir. Kaleye ev sahipliği yapan sıra sıra dağlar ve göz alabildiğine uzanan tatar çölü dışında hiçbir şey barındırmayan bu sınır çizgisi, çoğu asker tarafından geçici bir süre kalınıp başka yerlerde görevlendirilmek için katlanılması gereken bir basamaktır. Başkahramanımız Drogo için de her şey bu kadar basit görünürken zaman ilerledikçe işin rengi değişmeye başlar.
Kitapta, sınırda çıkması beklenen savaş; Drogo’yu yıllar boyu sürecek bir düşman hasretine sürükleyecek, gerçek hayatla ve şehre dönüşle ilgili kurduğu bütün planları altüst edecektir. Çöldeki en ufak hareketlilik dahi Tatarlara yorulup masum askerlerin canına bile mal olacak bir felaketi yaşatacaktır. Kahramanımız bir yanıyla savaşın hiç gelmeyeceğini kabullenirken bir yanıyla her gün Tatarları gözleyebileceği gece nöbetlerini iple çekecektir.
Kitapta beklenti ve umutsuzluk ikilemine hapsolmuş konu dışında, temayı tamamlayan bir diğer unsursa Dino Buzzati’nin kalemidir. Yazar; kitapta hissedilmesi gereken soğukluk ve monotonluğu, böyle bir temadan umulmayacak ölçüde zengin betimlemeler ve yer yer somut askerî düzenle ilgili bilgilerle oluşturur. Kitabın geneline hakim kasvetli hava, kitapta geçen kale ve çölle bütünleşerek okuyucuyu bir nevi başkahramanımızın yoldaşı haline getirir. Okuyucu, sürükleyici yazılma kaygısı taşımayan bu kitapta, kahramanlardan biri haline bürünerek “gerçekleşmeyecek savaş”ın yolunu gözlerken bulur kendini.
Tatarlar -savaşılması beklenen düşman-uğruna kalede görev yapmasına ve yıllarını geçirmesine rağmen kimsenin hatırlamadığı bir gerçekliktir. Tatarların sadece ismi vardır ve gelmeleri söz konusu bile değildir. Bu gerçeklik kaleden o kadar uzaktır ki savaş söylentisi yayan askerler cezalandırılmakla tehdit edilir. Fakat söylenti kalede ağızdan ağıza yayıldıkça askerleri bitmek tükenmek bilmeyen bir beklemeye sürükler. Bu uğurda can verenler,ömürlerini sınırda; kimsesizliğin, unutulmuşluğun ve yalnızlığın büyütüldüğü dört duvar arasında geçiren askerler çölde beliren ışıklarla yıllardır baskıladıkları savaş umudunu yeniden beslemeye başlarlar. Savaş kendisi için ulaşılmazın simgesi olurken okuyucu, yorulmadan bekleyen ve ömrünü hep bu beklentiyle sarmalayan Drogo’yla ruhsal olarak sıkı bir benzerlik kurar.
Kitabın son düzlüğünde kahramanımızın ileri derecede monotonlaşmış hareketlerine tanıklık ederiz. Umut ışığı olarak yorumladığı düşman feneri kahramanımıza sandığı gibi umut vermekten çok uzaktır. Kahramanımız, yıllar içinde güçsüzleşen bedenine yabancılaşarak kendini taşıyamayacak duruma gelene kadar bedensel rahatsızlıklarını göz ardı eder. Yıllarca savaşı bekleyen, Tatarların hayaliyle yatıp kalkan bu hasta adam; ömrünü bir hiç uğruna tüketmiş, kaleyi en kritik günlerinde geride bırakmak durumunda kalmıştır. Bazen beklentiler bir hedefe dönüşmeden son bularak insanın hayatına bir kara leke gibi konar. Dino Buzzati’nin Tatar Çölü, buna çok iyi bir örnek oluşturur.
Ece Aslan
Yorumlar
Yorum Gönder