MAİ VE SİYAH

 


“Bir baran-ı elmas altında inkişaf ederek şimdi bir baran-ı dürr-i siyahın altında gömülen o emel çiçekleri!”

 

(pluie de diamants)

 

Bir hayata dair her şey elmas yağmuru gibi başlar, siyah inci yağmuru altında silinip gider. Düş ve gerçeğin hınçla dolu mücadelesinde galip her zaman gerçek olur. Şairimiz kaderine boyun eğer, hayatında ulaşma ihtimali olan umutlandırıcı ne varsa elinin tersiyle iter. İşte edebiyatımızın başyapıtlarından biri böyle keder dolu bir dünyanın üzerine kurulmuştur.


Ahmet Cemil,eserini okuyor

Mai ve Siyah, Servetifünun Dönemi’nin kağıda dökülmüş halidir âdeta. Kitabın neredeyse her köşesinde hissedilen buhranın, kahramanımız Ahmet Cemil’in başına gelen türlü musibetlerin, konunun ağırlığına yakışır ağdalı bir dille okuyucuya sunulması; sürükleyici ve akıcı olmaktan çok uzak fakat okunan her sayfasıyla birlikte okuyucusunu dünyasına daha sıkı çeken bu kitabı döneminin demirbaşlarından biri haline getirmiştir. Halit Ziya eserlerini toplum için değil sanat için oluşturur. Bunun neticesinde eserleri topluma okuma kolaylığı sağlamak bir yana dursun, barındırdığı eski kökenli kelimeler, uzun cümleler ve derin betimlemelerle okumayı iyice zahmetli bir işe dönüştürür. Fakat sonunda okumuş olacağınız kitap Mai ve Siyah’sa bütün bunlar sadece, hayatınızda okuyabileceğiz en etkileyici kitaplardan birine ulaşmanız için özenle çizilmiş bir yoldur.

Kitap hayatın zorluklarıyla genç yaşta tanışıp hayallerini ertelemek zorunda kalan bir gencin verdiği mücadeleyi anlatır. Ahmet Cemil, namıdiğer hülyalı şairimiz, Tepebaşı’nda bir ziyafetteyken tanıtılır bize. Bir gazetede köşe yazarlığı yapan kahramanımızın hayatındaki karanlık kapılar kitabın ilerleyişiyle peyderpey açılır. Kitabın yarısına kadar Ahmet Cemil’in başına gelenler yeterince üzücü görünürken okuyucu, buz dağının görünmeyen tarafıyla karşılaşmak için çok beklemeyecektir. Geleceğine ilişkin masumane hayaller kuran şairimiz kaderin sillesiyle ruhunu, kurduğu tüm düşlerin altına gömecektir. O emel çiçekleri siyah inci yağmurunda sürüklenip kendisini terk edecektir.

Ahmet Cemil’in kitaba yansıyan karakter özellikleri döneminin çok üstünde ve gerçekçi kurgulanmıştır. Kitapta yer yer otobiyografik ögelere de rastlanılmasıyla bu başarılı karakter kurmacasının tesadüfi olmadığı anlaşılır. Kahramanımız başına gelen her şeyi şaşırtıcı bir sakinlikle kabullenirken son damlanın bardağı taşırması olayı, beklenenden çok daha geç gerçekleşir. Bu nedenle Ahmet Cemil karakteri, kimilerinin gözünde güçsüz ve kaderci bir profil çizer. Halbuki Ahmet Cemil’in tepkisizliğinin ve kabullenmeye meyilli oluşunun, hatta etrafında olan biteni fark etmekte bu kadar zorlanmasının güçsüzlüğüyle alakası yoktur. Ahmet Cemil hayalperestliği yüzünden gerçeklerle arasındaki ipleri öyle gerdirmiştir ki hayatındaki karartıları fark edemeyecek kadar hayatın dışındadır. Kendini edebiyata, aşka ve şairlik hayallerine fazla kaptırması sevdiklerini, sorumluluklarını ve önceliklerini geri plana itmesine neden olur. bütün bunlar da kahramanımızın hayatında korkunç sonuçlar doğuracak sorunlar olarak büyürler.

Kitapta küçük sorgulamalarla başlayıp Ahmet Cemil’i gittikçe ele geçiren aşkın, kahramanımızın şairlik dönemine denk gelmesi de tesadüf değildir kanımca. Lamia, Ahmet Cemil’in yıllardan beri tanıdığı biri olmakla birlikte nedense hayalini kurduğu büyük eserini yazmakta olduğu sıralar, aşık olacağı o eşsiz kadına evrilir. Bu evrede şahsen diğer okuyuculardan farklı bir düşünce geliştirdiğimi söyleyebilirim: Ahmet Cemil’in Lamia’ya duyduğu sevgi saf ve gerçektir fakat bu sevgi hiçbir zaman aşk olmamıştır. Ahmet Cemil her şairin edebiyatını güçlendirmesi için bir aşığa ihtiyaç duyduğunu düşünür ve kendi aşığını seçmeye girişir. Bu arayışta kendine, yıllardan beri en yakınında bulunan Lamia’yı uygun görür ve onu zihninde, bir şairin sahip olması gereken aşkın nesnesi haline getirir. Gittikçe kendisini sarıp sarmalayan bu sözde aşk, zaman geçtikçe bir tutkuya bürünür ve araç olarak başlayıp amaç haline gelir. Kitabın sonunda bu aşk şairliğin de edebiyatın da önüne geçerek kahramanımızın hayatını büyük oranda değiştirecektir.

Ahmet Cemil’in edebi kişiliği Halit Ziya’nın fikirleriyle örtüşen bir eksende gelişir. Kitapta iki zıt edebi görüş (eski ve yeni edebiyat) belli karakterlere mal edilerek karşılaştırılır. Ahmet Cemil yeni edebiyatı yani Recaizade M. Ekrem ekolünü temsil ederken Raci karakteri ise eski edebiyat görüşünü yani Muallim Naci ekolünü savunur. Eski edebiyatta kafiye göz için yeni edebiyatta kulak içindir. Biçim güzelliği, söyleyiş güzelliği arasındaki ayrım edebiyat alanında bu iki temel görüşü oluşturur. Mai ve Siyah eseri yeni edebiyat görüşünü pekiştirmek için biçilmiş kaftan gibidir.

Ahmet Cemil’in edebî fikirlerine en net tanıklık ettiğimiz pasaj, kahramanımızın yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’yle Taksim Bahçesi’nde yaptığı konuşmadır. Ahmet Cemil beraber oturdukları esnada yeni edebiyattan ve kendi yazmak istediği büyük eserden bahseder. “Bir şey yazmak istiyorum ki mai ve siyah olsun.” sözleriyle zihninde oluşturduğu eserin, hayatın bir timsali olmasını istediğini ifade eder. Mai kurulan düşleri siyahsa hayatın gerçeklerini simgeler. Mai ve siyah ikilemi Ahmet Cemil’in yazdığı eserden sıyrılıp hayatının geneline sirayet ederek kahramanımızın geleceğini hiç ummadığı bir şekle büründürecektir.

 



Can Yayınları 'Açıklamalı Orijinal Metin'den






Ece Aslan

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇ ÇÖZÜMLEME

h(üzün)tü

İZAFİYET